10 Mayıs 2014 Cumartesi

Edep Ya Hu!

Her kim Şeriata kendini uydurmak isterse,Tarikat yolunu gözetecektir ki Şeriatı tutabilsin. Şeriat: ilimdir. Tarikat: ameldir. Birbirinden ayrılması yok,tatbikatı vardır. Tarikat mana olarak ”yol”dur. İstilahta manası; Allah’a giden yol demektir. Öyleyse Allah’a gidecek,Allah’a kavuşmak isteyen,Allah’ı bulmak isteyen insan , Allah’ı Onu razı ettiği halde bulmak isteyen kimse Tarikat edebine dikkat edecektir. Tarikat üzere talim gösteren makam, Lefke’deki Feth-i Mübin dergahı mızdır. Buraya bazı zatlar; ”Sümbüllü Dergah” derler. Burada Tarikat edep,usul ve istilah gösterilir. Tabi bu acemi efradın ilk talim gördüğü yere benzer. Kapılar açıktır,nasibi olan kimseler gelir. Buraya kim gönderilirse,ihtiyacı olan,iyi olmak ve daha iyi olmak isteyen gelir. Hasta iyi olmak için,deli akıllanmak için,cahil öğrenmek için,şaşkın doğrulmak için,eğri düzelmek için,kafir gelir imana gelmek için,asi gelir tövbe etmek için,şaşkın gelir doğrulmak için,günahkar gelir Allah’ın mağfiretine ermek için,mümin gelir Allah’ın mağfiretine ermek için,taat ehli gelir Allah’ın cenneti bulmak için,Cemalullahı isteyen gelir ilahi visale ermek için herkes gelebilir. Burası merkezdir. Bütün milletler içindir. Bu kapıdan kimse geri çevrilmez. Ancak nasipsiz olan kimse gelmez. Mevlana Celaleddini Rumi;

”Kafirde olsan gel,mecusi de olsan gel,günahkarda olsan gel”

Uzak durma bu kapı geniş bir kapıdır. Kişileri temize çıkartmak için ve Allah’ın huzurunda lüzum eden edepleri öğrenmek için bir makamdır. Kim isterse gelebilir. Buraya geldikten sonra buradan çıkan adam doluysa boş gider. Boş gelirse dolu gider. Buraya kendi bildiğinden başka bir şey kabul etmeden gelen adam dolu gider,çünkü buradan bir şey alamaz. Dolu ibriğe su konmaz. Dolu gelen yine geldiği gibi gidecek. Burası talim merkezidir. Buraya gelenleri azar azar tarikat usulüne göre terbiye etmek vardır. Buraya seyirci gelen kimse seyreder, alabildiği ni alır çıkar gider. Yok eğer bu yolda daimi olmak isteyen kimseye,şeyhliği kabul eden adama talimat başkadır. Şeyhliği kabul ettin mi riayet edeceksin:
”Bu makamda Şeyh Efendi var,söz onundur,emir onundur ve onun iradesi burada yürür”

Bu ilk öğrenilecek meseledir. O zaman şeyh Efendi yirmidört saat hangi makama giderse o kimseyi de beraber alır,değilse olduğu yerde kalır. Tarikat edebini ve terbiyesini öğrenecek kimsenin ilk bileceği mesele;Şeyhinin emrinin dışına çıkmamaya gayret etsin. çıkarsa sopa yer. Sopa hayvan içindir. Kendini hayvan yerine koydurma insan dur,ne azar işit ne sopa ye. Şeyh Şerafettin Hz.,Sultanımız Abdullah Dagistani Hz.’lerine;

”Abdullah Efendi bu kadar senedir sana dikkat ediyorum bir defa kendine yaramaz dedirtmedin”

Bu kadar edebi güzel,hizmete hazır bir kimseydi. Yaramaz dedirtti mi kendini aşağı düşürür. Buraya gelen giden kimselerin kendilerini idare etmeleri lazımdır. Bir gün Büyük Şeyh Efendi Hz.’lerinin sohbetinde bana;

”24 saat zarfında,ihvanlardan bir kimse yirmidört türlü zıt üzerine geldiği halde halen fiilen bir gazap,bir öfke izhar ederse o kimse Tarikatın dışında kalır.”

Senin darılman başka,izin verilen insanın darılması başka,izin verilmeyen adamın öfkesi başkadır. Tahammül edememesi,beğenmemesi,hoşlanmaması,zıt bir iş gördüğünde24 saat tahammül dayanamayan adam Tarikatın dışında kalır. İhvan bir kimse ihvanlardan gelecek yirmidört çeşit zıtta karşı tahammül edecek,halinin değiştiğini,öfkelendiğini,bozulduğunu,darıldığını,gücendiğini,küstüğünü göstertme yecek. Bir ihvan bir ihvana üç gün küsse,küsmesi üç gün devam etse 40 gün şeytanın temellütü altına yani eline girer. O zaman o kırk gün içerisinde dünya dan gitse,şeytanın hükmü altında kalıp,imansız gider. O onun imanını çalar. Bir kimse kemal makamında olursa,yani yetişir,olgun bir hale gelirse o zaman ona izin verilir. İzin verilmediği takdirde ta çilesi doluncaya kadar onun etrafındaki kimseler den gelen hareketlere karşı tahammül göstermesi mecburidir. Kendinin noksaniyetlerini tamamlar. hangi tarafı zayıftır diye yoklar ve Şeyh onu takviye eder. Onun için Tarikat usulü kolay yol değildir. Eğer adam olmak istersen kendi adetlerimizi, alışageldiğimiz halleri bırakacağız. Eğer adam olmak istemezsen,gene nefsinin eşeği olacaksan o zaman ne istersen yap. Burada otur,gelen gidenle kavga et dövüş,sövüş hiç korkma nefsinin eşeğisin. Yok eğer nefsine bineceksen,süvari olacaksan,O zaman çilen dolacak ki adam olacaksın;

—Şöyle derim,böyle yaparım

Demek çok kolaydır. Dışarıdakilerin hepsi öyle yapar. Dışarıdaki adamla bizim yanımızdakilerin ne farkı var? Dışarıdaki senden daha sabırlı olursa buradaki adamın ne kıymeti var? Dışarıdaki adam kadar sabredemezsen Tarikatta o adamın işi nedir?Burası nefsani ahlakları bitirecek tedavi merkezidir. Nefsani ahlakların içerisinde en kötü olanı nedir? Nesini bir türlü bırakmak istemediği

—Ben en iyisi olayım,ben en yükseğiyim,bir numara yım,ben yakar yıkarım, hepsinden ileriyim.

HİKAYE

Beyazıtı Bestami Hz’lerinebir alim gelmiş;

—Ya Şeyh,intisap etmek isterim,Tarikat alayım bana usul bildir

Bunun üzerine Beyazıtı Bestami Hz.’leri;

—Git saçını sakalını sıfır traş et,ondan sonra bir torba ceviz al ,hisarın dışında çocukların cirit oynadığı bir meydan var,oraya gideceksin,o bir torba cevizi de yanına koyacaksın çocukları yanına çağıracaksın başını açıp”Bir şaplak vurana bir ceviz,iki şaplak vurana iki ceviz, üç şaplak vurana üç ceviz”

—Ya Şeyh bu nasıl iş,bu nasıl Tarikattır?böyle Tarikat mı olur?böyle Tarikat olduktan sonra ben girmem

—Girmezsen buyur başka tarafa git daha başkasını sana söylerler.

*

Halidi Bağdadi Hz’lerine şeyhülislam gelmiş ve demiş ki;

—Tarikata gireceğim,intisap edeceğim

—Kabul ettim,seni cemiül kebirin abdesthanelerindeki istinca taşlarını Dicle nehrinde yıkayacaksın,temizleyeceksin,getireceksin. Abdesthaneye gelen insanlar taharet ederken temiz taşlar bulacaklar. Pis taşları götürüp temizlersin,temizleri getirirsin.

—Peki baş üstüne,başka?

—Başka yok,senin için bu

İnsanın nefsi çok yüksekte durur. Allah’ın yanında oturur. (Haşa)Allah’ı da geçmek ister. Sen bildiğinle mağrur olursun. Senin bildiğinin bir fazlasını şeytan bilir. Bildikleriyle mağrur olanların hepsini Allah aşağı indiriverdi.

—Amel nedir?

Ameline mağrur olacak olursan şeytanın yerde ve gökte secde etmediği bir karış yer yok. Öyleyken mağrur oldu,gitti. Mağrur olmaktan,gururdan kurtarmak için birdenbire onun seviyesini indirip;

—Git,böyle temizlik yap

—Peki

Dedi,nefsini o derecede bitirdiği vakitte bir gün sabah namazından sonra Şeyh Efendinin dizinin dibinde oturmuş;

—Gözünü yum

Gözünü yumdu;

—Aç

Dedi ve kendisini Kabe-i Muazzamada oturuyor buldu. Bağdattan Beytullah 40 günlük yol. Öbürü;

—Saçı sakalı niçin traş edeyim ki? Çocuklar ceviz vermeden de vuracak,ceviz bulduktan sonra epey şaplak yiyeceğim!

Onun için insanların çoğu bu gurur içerisinde olur. Tarikat bu gururu düşürtmek ve nefsini indirip bitirmek ister. Nefisle beraber Tarikat yürümez.

—Şeyh ne lazım bana

Dersen sana şeyhlik yapacak şeytandır,nefistir. Buna dikkat edilmesi gerekir. Kendi iradeni bitirmeye bak,şeyhin iradesi vardır. Bu dergah’ta Allah’a giden yolun başı olarak;nefsini sıfırlayacaksın. Çünkü Allah seni nefsinle kabul etmez. Allah’ın huzuruna nefsinle gidemezsin;

—Bırak o küstah ve karşı asi gelen nefsini

—Nasıl geleyim?

—Ya Eba Yezid,”utrub nefse ve taal”Nefsini bırak Bana gel,nefsinle gelme bunu istemiyorum

Tarikat meselesi nefsi sıfırlamak içindir. Nefsi pisliği ile huzura giremezsin,bitireceksin. Ona göre dikkat edin. Çünkü vakitler yakındır. Bu hafiften talimatımız birazdan ciddi talimata döner ve size halvet ve riyazat emir olunur. Lakin halvet ve riyazatı daha önceki emirleri tutamayan adama veremeyiz. Halvete girmeyen adamda yol kesemez. Halvete girdimi roketin içine bindi demektir, çıkacaktır,melekuta yol verilecektir. Bakılır;Talimat dinlediği yok,bu iş için yaramaz diye rapor verdimi rokete bindirmezler. ,rokete binecek adam kaç türlü imtihandan geçer. Melekuta gidecek adamında kendi Şeyhinden itibaren bütün şeyhlerin imzası lazım. Büyük Şeyh Efendi Hz.’lerinden sonra Efendimiz a.s’ın imzası lazımdır.

—Tamamdır,bu yola yarar

Diyerekten imza ettikten sonra seni alırlar bindirirler,yukarıya doğru gidersin. Değilse burada debelenip kalırsın. Ona dikkat etsinler yoksa çöplükte dolaşıp dururlar,yukarıya çalışmaya imza etmem ki;ilk benim imzam lazımdır. Benim imzam kolay değil çünkü ben imza ettiğimde Büyük Şeyh Efendi bir noksanlık görürse azarı ben işitirim. Azarı ben işitmem,kırbacı iyice size vururum. Sonra ananızda ağlar,babanızda ağlar,sizi halvete sokarım. Onun için dikkat et. Hakikate doğru hareket edecek kafileler şimdi hazırlanmaktadır. Çünkü vaktin sahibi yaklaşıyor. Siz nasipli insanlarsınız ki magripten maşrıka buraya geliyorsunuz ve talipsiniz. Madem talipsin,nefsine uyma,şeytana talip olma. Büyük Şeyh Efendi Hz.;

”Her gün şikayet istemem,şikayet mevzunu bırakın,birbirinizle gül ile bülbülün muhabbeti gibi muhabbetle geçireceksiniz değilse Kaf dağının arkasına atarım, bu yeri bir daha göremezsiniz. Başka zatın emrine attığım vaktinde onların terbiyesinde benim gibi müsamaha yoktur,”Bu yaramazı sen yarar hale getir” deyip gönderdiğimiz vakitte o insanın orada çekeceği vardır.”

Onun için mümkün mertebe dikkatli olalım da meşayıhın huzurunda yüz aklığıyla bulunalım ve oraya varalım

İstanbul’u Şu Beşikte Yatan Çocuk Feth Edecek


Sultan II. Murad Hacı Bayram-ı Veli Hz. ile Edirne’de bulunduğu süre içinde sık sık görüşmüş O’na dünya ve ahiret hayatına dair merak ettiklerini sormuş tavsiye ve görüşlerini almıştı.İstanbul’un fethi Sultan II.Murad Han için çok önemliydi.İstanbul; Peygamberimizin (SAV)

- ‘Kostantiniyye mutlaka feth edilecektir,O’nu feth eden kumandan ne güzel kumandan, feth eden asker ne güzel askerdir’,

Hadisi Şerifi gereğince hep İslam komutanlarının ilgi odağı olmuş ancak yapılan kuşatmalar başarısız olmuş ve henüz alınamamıştı.Sultan II.Murad ‘da Peygamberimizin bu övgüsünü kazanmak için İstanbul’u alma planları yapıyordu. Hacı Bayram-ı Veli Hz.’leri ile bir görüşmesi esnasında bir beşik getirdiler Hacı Bayram-ı Veli Hz.’lerinin yanına itina ile koydular. Hacı Bayram-ı Veli Hz.’leri beşiğe dikkatlice baktı ve Fetih Suresini orada bulunanların işiteceği bir sesle okumaya başladı.

Herkes hayretler içinde kalmıştı.Çünkü beşikte kim olduğunu bilmeden bu süreyi niçin okuduğuna bir anlam veremiyorlardı.Okumayı bitirdikten sonra;

- Bayezid Han amcanız ve sizin muhasaranız zamanında elden gelen yapılmıştır.Ancak bazı hatalar yapılmış fetih gerçekleşememiştir.Sultanım sen Konstantiniyye’yi alamayacaksın, ama mutlaka alınacaktır.Bunu ben bile göremeyeceğim.Orası şu beşikte yatan çocuk ve bizim Akşemseddin tarafından alınacaktır’ dedi.

Sultan II.Murad Han bu büyük müjdeyi alınca çok sevindi.Beşikte yatan çocuk oğlu şehzade Mehmet’ti.Daha sonra Akşemseddin Şehzade Mehmet’in hocalığı yaptı.1453’de İstanbul’un fethi esnasında Sultan Mehmet’in yanında bulunarak hem Sultana hemde orduya manevi destek verdi.

İstanbul’un Fethi taktiksel anlamda büyük bir askeri başarıdır.Büyük hazırlıklar yapıldıktan sonra kuşatma başlamıştı.Sultan Mehmet ordusunu üç kısıma ayırmıştı.İlk günlerde gönüllüler Bizans surlarına karadan saldırıyor denizden de donanma göstermelik hücumlar yaparak Bizans Ordusunu yerlerinde tutuyordu.Bu şekilde Bizans surlarının ve ordusunun yıpranması amaçlanmıştı.İleri ki aşamalarda Osmanlı Ordusuna yardıma gelen Türk Beyliklerinin( Karamanoğlu, Aydınoğlu, İsfendiyaroğlu) askerleri devreye girdi.En son aşama da ordunun asıl kuvvetleri savaşa katıldı.Bu ana kadar Osmanlı Ordusunun eğitimli birlikleri hiç savaşa katılmayarak yıpranmamışlardı. Ancak kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi devlet adamlarını ümitsizliğe düşürmüştü.Bizanslılar su kuyularını zehirlemişti, ordunun suyu tükenmek üzereydi. Avrupa’dan asker ve erzak getiren gemiler Osmanlı Donanmasının müdahalesine rağmen şehre girmiş Bizanslılar bu yardımla büyük sevinç yaşamışlardı.Sultana gelen bazı devlet adamları;

- ‘Bir dervişin sözüyle bu kadar asker kaybettik, bütün hazineyi tükettin.Bizansa yardım geldi ve fetih ümidi artık kalmadı’ dediler.Bunun üzerine Sultan Mehmet Veziri Veliyüddin Ahmet Paşayı Akşemseddin’e yollayarak ;

- ‘Şeyhe sor, kalenin fethi ve düşmana zafer kazanma ümidi varmıdır?

dedi.Akşemseddin cevabında fethin olacağına dair inancı belirtti.Sultan Mehmet bu cevapla yetinmedi vezirini tekrar yollayarak ;

- ‘Vaktini tayin etsin’ dedi.Akşemseddin bir süre düşünmeye daldı.Başını eğip Allah Teala’ya yalvardı.Sonra ;

-‘Bu senenin Cemaziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan tarafa yürüsünler.O gün feth ola.Konstantiniyyenin içi ezan sesiyle dola’ dedi.

Akşemseddin Hz.’lerinin tarif ettiği yer bugünkü Topkapı surlarıydı.Akşemseddin Hz.’leri o gün bir çadır kurdurarak içeri kimsenin alınmamasını emretti ve Allah’a secdeye kapanarak dua etti.Gerçekten de o gün Osmanlı Ordusu sabah saatlerinde Topkapı surlarından şehrin içine girdi.Böylece İstanbul’un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mucizesi gerçekleşti.

Samimi Müridlik



Tarikat,şeriata bağlı olanın da olmayanın da kalbine girer.Fakat bir süre sonra,şeriata bağlı olanda kalırken,şeriata bağlı olmayandan çıkar

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyurdu:

- Gerçekten samimi bir müridlik, ancak halis ve doğru bir niyet ile olur. Bu niyyet ise şudur: Şeriata bağlılık ve ehli sünnet vel cemaat itikadına uyduktan sonra, varlıktan sıyrılıp verilen amelleri yapmaktır. Mürid için en zararlı duygu ve düşünce başa geçme arzusudur. Cizre beldesinden tarikatın gerileyip yol alamamasının sebebi sûfilerin halifelik sevdasıdır. Çünkü onların sırf gailesi halife olma arzusu idi. Mürid, kendi iradesini şeyhinin iradesine teslim etmelidir. O halde sizler önce niyetlerinizi doğru yapınız ve hizmet etmeyi kendinize gaye edinip bununla uğraşınız.

Mürid, mürşidini nefsten ve şeytandan gelen kılınç darbelerine karşı kalkan yapmalıdır. Mürid kendisinde bir şey olmadığını, bundan dolayı da mürşid eli tuttuğunu o ele yapışması gerektiğini, eğer kendisinde bir şey olsaydı babasının evinde kalması gerektiğini düşünmelidir. Bir varlığı olmadığından dolayı mürşidin gölgesine sığınmayı kabul etmelidir.

Abdurrahmân-i Tâği (k.s ) buyurdu:

-Tarikat, insanlar arasında dolaşır, şeriata bağlı olanın da olmayanın da kalbine girer. Fakat bir süre sonra, şeriata bağlı olanda kalırken, şeriata bağlı olmayandan çıkıverir.

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyurdu:

-Siz murad olan kulların gayret ve çalışmaya ihtiyacı olmadığını mı zannediyorsunuz? Muradlık tevbe edilene kadardır. Tarikatten fayda görme gayret ve çalışmayla birlikte müridin kendi arzu ve iradesini, üstadın arzu ve iradesine bırakmasına bağlıdır.

Gavs-i Hizanî (k.s) bir gün şöyle demişti:

-Değerli çoban, uyuzlu da olsa oğlağını çöllerde kurtlara terketmez. Mürid kendi amelini uyuz oğlak gibi kabul edip mürşidinin sürüsüne katmalıdır.

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) şöyle buyuruyor:

-Gecenin ilk zamanının nisbet ve feyzi son zamanındakinden farklıdır. Gecenin son kısmının nisbeti ise gündüzün ilk zamanının nisbetinden, gündüzün orta kısmının nisbeti, sonundan farklıdır. Bir meclisin nisbeti diğerinden farklıdır. Zira feyizler devamlı surette geldiği için her feyiz öbür feyizden farklıdır. Her zaman huzura dikkat edip, nisbeti almaya hazır olmak gerekir.

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) bir gün bana (İbrahim Çokreşî) dedi:

-Sana (emretmiş) vermiş olduğum virdlerini çekiyor musun? Dedim: Hayır Efendim. O zaman bana dedi:
- Virdleri terk etmek benlik (varlık) duygusundan ileri gelir. Neden virdlerini terk ediyorsun?

Seyda-i Tâği (k.s) buyurdu:

-Behlül-ü Dane´nin “ALLAH ile ye, ALLAH ile uyu, ALLAH ile konuş” sözünün bu üç vakitte uyanık olunmasına teşvik içindir. Zira, bir kimsenin gafil olduğu zamanlar yemek, uyumak ve dostlarının meclislerindeki zamanlardır.

Abdurrahmân-i Tâğî (k.s) buyurdu:

-Kendisinde ubudiyet vasfı hasıl olmayan mürid, mürid olamaz. Müridten maksat ALLAH´ın emirlerne muti olmaktır. Ubudiyetten maksat ise ALLAH´ın hükümlerine rıza göstermektir.

Evliyaya Gönül Vermek


Bu mısraların sahibi olan “Kaygusuz”, 15. asırda yaşamış ve şathiyyeleri ile meşhur Kaygusuz Abdal değil. Ondan bir asır sonra dünyadan geçip gitmiş, Bayramî meşayıhından Vizeli Alaaddin Ali isimli bir zat bu. Halk arasında öteden beri söylenegelen Yunus tarzı ilahileri var. Yukardaki dörtlüğü de onun böyle çok bilinen ve “Maksut cihana gelmekten / Kişi Rabb’in bilmek imiş / Rabb’ini bilmekten murat / Evliyasın bulmak imiş” diye başlayan ilahisinden aldık.

Allah’a kulluk edelim diye gönderildik bu dünyaya. Kur’an-ı Kerim’inde, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” buyuruyor Cenab-ı Rabb’ül-Alemin. İbadet, ibadet edilenin bilinmesine bağlı olduğu için tasavvuf ehli bu ayetteki “ibadet etsinler” ibaresini, “tanısınlar, bilsinler” şeklinde anlamayı tercih etmiş. Kaygusuz’un “kişinin dünyaya gelmesinden maksat Rabb’ini bilmesidir” demesi bu tefsirin ifadesi aslında. Öyle ya da böyle, ibadet veya kulluk her şeyimizle Mevlâmızın mülkiyetinde bulunduğumuz şuuru içinde tam bir teslimiyeti ve itaati gerektiriyor. Nefsin, şeytanın, dünyanın bütün aldatıcılığına rağmen Allah Tealâ’dan gafil olmamakla, O’nun her yerde hâzır ve nâzır olduğunu bilmekle ulaşılabiliyor bu mertebeye. Bu sebeple büyükler, “Allah’ı Rabb olarak göremeyen, hakkıyla kul olamaz.” diyorlar.

Ne zaman nihayetleneceğini bilemediğimiz dünya yolculuğumuzda sırat-ı müstakim üzere olmak, Allah’ı bilmeye ve sürekli hatırlamaya bağlı. Kolay değil, çünkü bu bir imtihan aynı zamanda. Nefsin hevasına kapılmak var, masivaya takılmak var, unutmak var, şaşırmak var. Bunlar varsa, yol bilenlerin kılavuzluğuna da ihtiyaç olmalı. Cenab-ı Hakk’ın lütfu ile vahyin ve sünnet-i seniyyenin ışığında insanlara yol gösteren mürşid-i kâmilleri, peygamberlerin vârisi alimleri, Allah dostlarını bulmak gerekiyor. Böyle kimseler Kur’an’da “evliyaullah”, yani “Allah’ın velileri, O’nun dostu, O’na en yakın ve sadık kullar” olarak niteleniyor.
Evliyaullahı bulup yakınlarında olmak, “Onları görenler Aziz ve Celil olan Allah’ı hatırlarlar” hadis-i şerifinde ifade buyurulduğu üzere zikrullaha vesiledir. Lakin Allah’ın evliyasını bulmakla Allah Tealâ’yı bilmek arasındaki münasebet bundan ibaret değildir. Marifet-i Bârî, evliyaullahı bilmenin ve bulmanın da ötesinde ona gönül vermekle tahakkuk edebilecek bir mazhariyettir. Bilmeden, bulmadan gönül verilmez gerçi, ama gönül verilmeyecekse bilmenin ve bulmanın bir manası da olmaz. Kaygusuz, onun için meselenin bu tarafına dikkat çekiyor önce; “bilmek, bulmak değildir” diyor. Yani falanca yerde bir Allah dostunun varlığını öğrenmiş olmanız, velayetin alametlerini bilmeniz, bir mürşide bağlanmanın gerekliliğini ikrar etmeniz, gidip o veliyi bulmayınca işe yaramıyor. Bütün bu bilgiler sizin halinizi değiştirmeye yetmiyor; bal demekle ağız tatlanmıyor çünkü. Fakat öte yandan “bulmak da bilmek değildir”. “Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler” misali, Allah dostlarının yakınında, çevresinde bulunan nice kimse, neye sahip olduğunun farkına varamayabiliyor. Yahut zahiren bulmuş gibi görünüyor da tam manasıyla teslim olup gönlünü veremiyor.

Hakikaten bilmenin de bulmanın da alameti “gönül vermek”tir. Gönül vermek; aşkla sevmek, hesapsız bağlanmak, tereddütsüz teslim olmaktır.

Evliyaya gönül veren kişi kendi iradesini terk eder, mürşidinin iradesine tabi olur. Gönül vermek, aşkla sevmek hal iledir; lafla olmaz. Delili, mürşidinin rengine boyanmaktır. Aşk varsa meşk de, yani karşısındaki örneğe benzeme, onun gibi olma çabası da vardır. Bu sebepledir ki Allah dostlarını gönülden sevenler onların hayat tarzını benimser, onlar gibi yaşamaya gayret eder, dinin emir yasak çizgisinin dışına çıkmaz, sünnetlere titizlikle uyar, istikametini bozmaz. Böyle olmakla birlikte Allah’ı bilmeye imkan tanıyan “gönül verme” ameliyesi, bu iki halin arasındaki, yani gönül vermenin sebebi (sevmek) ile neticesi (sevdiğine benzemek) arasındaki bir tezkiye yahut tasfiye işlemidir.
Allah Tealâ kuru bilgi ile değil “marifet” ile bilinir. Marifet ise dili, kalbi, zihni, nefsi.. Hak’tan başkasıyla meşgul etmemekle, yani hal ile ve Allah’ın veli kullarından tahsille öğrenilir. Daha mühimi marifet kalpte yahut gönülde olur. Fakat gönlün marifete açılması, arızalarının giderilmesine, temizlenip ilâhi tecellilere mahzar olabilecek bir saflık ve berraklığa kavuşmasına bağlıdır. Günahlarla kararmış, masiva ile daralmış, süflî arzularla kirlenmiş gönüllerde marifet de olmaz, esma ve sıfat tecellisi de. Gönül Allah’ın evidir, insan Allah’ı orada bulur ama “padişah konmaz saraya, hane mamur olmadan” denilmiştir.

İşte kişinin evliyaya gönül vermesi, temizlenmek ve tamir edilmek üzere gönlünü Allah dostlarına tevdi etmesidir. Gönüller ancak onların elinde yıkanır, arınır, marifetullaha uygun kıvama getirilir. Gönüller ancak Allah dostlarının himmetiyle beytullah olur.

Marifetullah için gönlü Kâbe kılmak, gönlü Kâbe kılmak için de onu evliyaullaha vermek gerekir. Kâbe’nin putlardan arındırılıp imar edilmesi İbrahim a.s. gibi Allah’ın “halîl” kullarına mahsustur çünkü.

Bir mürşid terbiyesi ne girmekten maksat

İmam Rabbanî (k.s) (1034/1625), bir mürşid terbiyesine girmenin hedefini kısaca şöyle belirtmiştir:

Bir mürşid terbiyesine girmekten maksat; hakiki imana ulaşıp, ilahî emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır. (İmam Rabbani, Mektubat, I, 207. Mektup.)

“Fena ve beka hallerinin elde edilmesinden asıl gaye “yakin” halinin hasıl olmasıdır. Bundan başka bir şey düşünmek (Mesela, Allah’ın kendisine hulûl edip bedenine girdiğini yahut kendisinin Allah’ın zatında kaybolduğunu, veya ibadetlerin kendisinden düştüğü bir makama ulaştığını söylemek) dinden çıkmaktır.” (İmam Rabbani, a.g.e, I, 97. Mektup.)

“Asıl maksat, aşk ve muhabbet değil, kulluktur. Aşk, cezbe ve muhabbet güzel kulluk içindir. Velayet mertebelerinin en sonu kulluk makamıdır. Ondan daha üstün bir makam yoktur.” (İmam Rabbani, a.g.e, I, 30. Mektup.)

“Tarikat ve hakikat menzillerini aşıp geçmekten maksat, rıza makamı için gerekli olan ihlasın elde edilmesidir, başka şey değildir!” (İmam Rabbani, ıa.g.e, I, 36. Mektup.)

Büyük veli Ebû Talib el-Mekkî (k.s) demiştir ki:

“Kalbinde Allah’tan başka bir muradın kalmaması için cehd ve gayret et. Bu murat sende gerçekleşince işin tamamdır. İsterse keramet ve harikalardan, manevî hal ve tecellilerden sana bir şey verilmesin.” (Mevlana Safî, Reşahat, 287.)

Tasavvuf, bütün benliği ile Allah yoluna bağlanmaktır. Bu yol, sünnet-i seniyyeye uymaktan başka bir şey değildir. Her şeyi ile dinin hizmetçisidir; dinin geçek yönünün anlaşılmasına ve gerçek haliyle yaşanmasına hizmet eder. Bütün zevkler, vecdler, keşifler, kerametler, haller, sadece dinin anlaşılmasına destek ve güzelce yaşanmasına birer delil yapılmalıdır. Bu yolda böyle şeyler istenmez, beklenmez, düşünülmez.

Mürşid terbiyesi

Ancak bir hikmet gereği verilirse, edeplice alınmalı, mahcup olarak tevazu ile kabul edilmelidir. Bu şeyler övünmeye değil, şükre sebep yapılmalı; nefsin keyfine değil, dinin inkişaf ve hizmetine vesile edilmelidir.

İstikameti ve tek hedefi Allah rızası olan kimsenin, sünnet üzere güzel kulluk ve hizmet etmekten başka bir arayışı varsa, aldanmıştır. Niyetini kontrol edip gidişatını düzeltmezse, sonuç Allah’a değil, ateşe gider.

Allah rızasını elde etmek için, bir farzı yapmak, binlerce sünnet ve nafileden önde gelir. Amelde önem sırasını karıştırmak, haram ve farzları hafife alıp, nafile hükmündeki işlere dalmak, şeytanın bir hilesidir.

İstikamet, niyet ve amelde Yüce Allah’ın çizdiği yolda gitmektir. Yoksa, bütün sevgiler, beklentiler ve işler azap sebebi olur. Bu tehlikeden kurtulmanın en emniyetli yolu, her işinde Kur’an ve sünneti rehber etmek, onu rehber edenlerin izinden gitmektir. Dinimiz, bize her işte dengeyi öğretmiştir. Yeter ki, bu ölçüleri öğrenelim.

Yüce Allah’tan gayri her şey, Allah için sevilirse güzeldir. Bir peygamber veya veli, ancak Allah için sevilir. Yüce Allah, amelde olduğu gibi, niyet ve sevgide de istikamet üzere olmamızı emrediyor.

En büyük keramet, bu istikamet üzere dünya hayatını yaşamak ve tamamlamaktır.

İstikametin sonu, Allah rızası ve cennettir. Bundan öte bir devlet ve saadet yoktur.

Duamız şudur:

Ey Rabbimiz! Bizleri hak yoluna ulaştırdıktan sonra, istikametten ayırma. Kalplerimizi rızandan kaydırma. Bize tarafından bir rahmet ihsan et, kalbimizi dininde sabit tut. Sen çok acıyan ve çok ihsan edensin.

Allahım senden sevgini, sevdiklerinin sevgisini ve bizi senin sevgine ulaştıracak amellerin sevgisini istiyoruz.

Hamd olsun alemlerin Rabbi Yüce Allah’a.